User:Coder gp2x

From wiki.gp2x.org

ÇİÇERİN, Ali Fuat Paşa'yı dikkatte süzerek, "Ordunuz savaşı kaybetmiş görünüyor" dedi.

"Haber alamadığım için kesin bir şey söyleyemem. Ama strate­jimizi biliyorum. Ordu gerideki yeni bir hatta çekilerek savaşı mutla­ka sürdürecektir."

"Bir Sovyet birliğinin fiili yardımda bulunmasını düşünmez mi­siniz?"

Ali Fuat Paşa bu konunun açılmasını bekliyordu, görüşmeyi bu­nun için istemişti. Bu soruyu kuşkuya yer vermeyen bir kesinlik ve açıklıkla cevapladı:

"Hayır Sayın Komiser. Çünkü bu bizim öz mücadelemiz. Yalnız emperyalizmle değil, hain İstanbul yönetimi ve onun uzantılarıyla da mücadele ediyoruz."

Bakıştılar. Çiçerin, "Peki.." dedi, "..hiç olmazsa Enver Paşa'nın, Müslüman bir kuvvetle Anadolu'nun yardımına koşması, bu sıkışık döneminizde yararlı olmaz mı?"

"Tersine, olağanüstü zararlı olur. Bölünürüz. Anadolu'da M. Ke­mal Paşa, büyük bir çabayla, milli bir cephe kurdu. Bu cephe parça­lanırsa, bizi lokma lokma yutarlar. Enver Paşa birlik toplamak isteye­bilir ama Moskova'nın buna izin vermeyeceğini kuvvetle tahmin edi­yorum. Çünkü bu Moskova-Ankara arasındaki dostluk antlaşmasına kesinlikle aykırı düşecektir."

Çiçerin diretti:

"Ama aldığımız haberlere göre Yunanlılar, Boğazların bekçiliği­ne talip olmuşlar. Bu ucuz bekçiliği İngilizler destekleyebilir. Böylece bizi de boğmuş olurlar. Yunanlılar Ankara'ya yürür ve kesin bir başa­rı kazanırlarsa.."

Ali Fuat Paşa itiraz etti:

"Kazanamazlar!"

Çiçerin, nazik olmak için kendini zorlayarak, "Ama gelen haber­ler hiç de ümit verici değil" dedi.

"Güvenimin basit ama güçlü dayanaklarını açıklamama izin ve­riniz. Ankara-îstanbul arasındaki gizli telgraf haberleşmesini sağla­yan telgrafçıların parolası, 'zafer'dir. Askeri gereçler, İstanbul'dan İne­bolu'daki askeri birime, gizlice ticari eşya gibi sevk edilir. Bu gereç-

Sakarya Savaşı'na Hazırlık 213

lerin teslim edileceği kapalı adres şöyledir: Zafer Ticarethanesi-İne-bolu. Kağnıcı kadınlar yolda doğum yaparlarsa, çocuğa 'Zafer' adı­nı koyarlar. Zafere böylesine inanmış ve bağlanmış bir halkı yenmek mümkün müdür?"2

OYSA Albay Sariyanis'e göre, Türkleri yenmek yalnız mümkün değil, kolaydı da. Ama böyle düşünmeyenler de vardı. Bunların ba­şında General Papulas geliyordu.

Ankara seferinin planını yine Albay Sariyanis hazırlamıştı. Pla­nına güveuiyordu. General Papulas'ı ikna etmek için sabah toplanan komuta kurulunda söz istedi. Konuşmasına, "İki yıldır Ankara'yı ele geçirmenin şartlarını, mesafe ve yolları inceliyorum. Türkleri ezme-dikçe ya da Kızılırmak'ın ötesine atmadıkça, ne Batı Anadolu'yu ko­ruyabiliriz, ne İstanbul'u alabiliriz" diye başladı, plan hakkında ayrın­tılı bilgi sundu ve açıklamasını şöyle bitirdi:

"Bu akın, askeri bir gezinti olacak. Ankara'yı kolayca ele geçire­ceğimize eminim."2a

Papulas basit ama deneyli bir askerdi. Orduyu bekleyen tehlike­yi seziyordu. Ümitle ordunun İkmal Şubesi Müdürü Yarbay Yorgos Spridonos'a baktı. Bu yarbayın çalışkanlığına ve dürüstlüğüne güve­nirdi. Spridonos, beklediği gibi konuştu:

"Ben emin değilim."

Sariyanis'ten önce Kurmay Başkanı Albay Pallis sinirlendi:

"Neden?"

"Çünkü Türkler çekilirken, yararlanabileceğimiz bütün demir­yollarını bozdular. İkmal merkezimizi Eskişehir'e almak, ikmal sis­temimizi tersine çevirmek zorundayız. Bunun için de her çeşit mal­zeme, bundan böyle, deniz yoluyla İzmir'den Bandırma'ya, dar de­miryoluyla Bandırma'dan Bursa'ya, karayoluyla Bursa'dan Karaköy istasyonuna, demiryoluyla Karaköy'den Eskişehir'e taşınacak, Eski­şehir'den de her gün ordunun ihtiyacı olan tonlarca malzeme kara yoluyla Sakarya bölgesine ulaştırılacak.21" Bu kadar karışık ve zor bir ikmal sistemi düzenli işleyebilir mi? Bir yerde mutlaka tıkanır. Bu yol­ların güvenliğini sağlamak için de pek çok askere gerek var. Açık söy­lüyorum, bu sistemle ve bu şartlar içinde büyük bir sefer ordusunun

214 Şu Çılgın Türkler / Yunan Büyük Taarruzu

ihtiyaçlarını düzenli, yeterli ve güvenli şekilde karşılamak mümkün değildir. Ben karşılayamam."

Sariyanis öfkeyle baktı:

"Karşılarsın. Emrinde binden fazla kamyon, binlerce araba ve deve var."

"Sen mesafeleri ve yollan iki yıldır incelediğini söyledin. Ben yeni inceledim ve şu kanıya vardım: Eğer bu yürüyüş gerçekleşirse, ordumuzun yenilmesi kaçınılmazdır."3

Ankara seferini candan destekleyen General Stratigos bu uğur­suz yargıya çok içerlemişti, Papulas'ı, "Böyle konuşmaya izin verme­yin!" diye uyardı.

Spridonos ayağa kalktı:

"Komutanım! Anlaşılıyor ki ikmal merkezimizden 200-250 km. uzaklaşacak olan ordunun ulaşım ve ikmal işinin başarılabileceği dü­şünülüyor. Yerimi, bunu başaracak olan arkadaşa terk etmeye hazı­rım, orduda vereceğiniz her göreve razıyım."4

Papulas, "Otur Yorgo" dedi, kurula döndü:

"Ben de en az bu arkadaşım kadar kaygılıyım ve sonuçtan kuş­ku duyuyorum."

General Stratigos, "Neden ama." diye bağırdı, "..Türk ordusunun kısa zamanda yeniden toparlanmasına imkân yok. Haberalma Şube­sinin elinde buna aykırı bir bilgi mi var?"

Ordu Haberalma Şubesi Müdürü Yüzbaşı Karassos, "Hayır efen­dim." dedi, "..aldığım son bilgilere göre, Türkler Ankara'dan kaçmaya başlamışlar. Parlamentoyu da daha doğudaki bir şehre taşıyorlarmış."

Stratigos, ağzı gizli bir gülüşle kıvrılarak yüzüne bakınca Papu­las, "Ama güneydeki kolorduyu da Akşehir'e taşımaya başladılar!" diye bağırdı.

Kurmay Başkanı Albay Pallis, Papulas'ı yatıştırmak için araya girmek zorunluğunu duydu:

"Komutanım, izin verirseniz, Yarbay Spridonos ile görüşerek durumu yeniden değerlendirelim. Sonucu arz ederiz."

"Tamam. Toplantı bitmiştir."

Öfkeyle odadan çıktı.

Sakarya Savaşı'na Hazırlık 215

General Stratigos, kurmay kurulundaki anlaşmazlığı hemen Başbakan Gunaris'e yetiştirecek, Gunaris Kütahya'ya gelip ilgililerle yüz yüze konuşmak için o gün İzmir'e hareket edecekti.

POLATLI'ya çekilen cephe karargâhı, istasyon ile çevresindeki tek katlı birkaç Tatar evine, karanlık bir hana ve çadırlara yerleşmişti. Orduyu doyurmak, bakıma almak, yeniden düzenlemek için hiç dur­madan çalışmak gerekiyordu.

M. Kemal Paşa İsmet Paşa ile konuşmak için Polatlı'ya geldi. İs­met Paşa'nın küçük odasında durumu gözden geçirdiler.

Sonuç belli olmuştu. Ordu, 1.643 şehit, 4.981 yaralı ve 374 esir vermiş, 18 top, 47 ağır, 34 hafif makineli tüfek kaybetmişti.5Elde yal­nız 28.825 tüfek kalmıştı.53

Gerçek buydu.

"Kaçak sayısı?"

"Tam sayı belli oldu. Şaşırmaya hazır ol: 30.809."

"Neee?"

"Üstelik bunların 30.122'si de tüfeği ile kaçmış. O yüzden eli­mizde az tüfek kaldı."6

"Ordunun yarısı bu!"7

"Ne yazık ki evet."

M. Kemal isyanla ayağa kalktı:

"Anadolu'yu yüzlerce yıl, yalnız canına ve malına ihtiyacın oldu­ğu zaman hatırlarsan, bunun dışında kaderine terk ve cehalete teslim edersen, sonuç tabii böyle olur. İnsanlarımızı okutmamış, bilinçlen­dirmemiş, kafalarını ve yüreklerini milli bir terbiyeden geçirmemişiz ki. Cami okullarında ve medreselerde, ne tarih, coğrafya dersi verilir, ne de vatan, millet nedir öğretilir. Bu yüzden iki yıldan beri düşman kadar, cahil, gafil ve hainlerle de uğraşıyoruz. Komutanlar bu sefer çok dikkatli olsunlar, bozgunculara fırsat verilmesin."

"Başüstüne."

Savaştan sonra, bu talihsiz millet için yapılması gereken çok iş vardı. Milleti yüzlerce yıllık uykudan uyandırmak gerekiyordu.

Bir süre susarak istasyonu seyrettiler. Askerler yük vagonlarını boşaltıyorlardı. Ayakları çıplak, üstleri perişandı. İstasyonun bir kö­şesinde de, genç kızlar, kadınlar, çocuklar ve yaşlı erkeklerden oluşan

216 Şu Çılgın Türkler / Yunan Büyük Taarruzu

bir kalabalık beklemekteydi. Ellerinde kazma-kürek, yiyecek çıkınla­rı ve su testileri, sırtlarında yorganlar vardı. Bir onbaşı bu rengârenk kalabalığı harekete geçirdi. Sakarya yönüne doğru yürümeye başla­dılar.

İsmet Paşa, "Mevzileri bir an önce hazırlamak için çevre halkın­dan yardım istedik.." diye bilgi verdi, "..kazmasını, küreğini ve çocu­ğunu alan geldi. İşçi taburları kurduk. Tarlada çalışır gibi canla baş­la siper kazıyor, yol açıyor, yorgun orduya yardım ediyorlar. Gördü­ğün gibi çoğu da kadın. Kadınlarımızın hakkını nasıl ödeyeceğiz, bil­mem."

M. Kemal Paşa, yüreğinden gelen bir sesle, "ödeyeceğiz İsmet." dedi, "..ödemek zorundayız."

MİHALIÇÇIK'a çekilen resmi birimler ile asker aileleri, belirle­nen bir sırayla yola çıkıp Sakarya doğusuna geçerek Kızılcahamam'a gitmekteydiler. Mihalıççık Askerlik Şubesi de toplanıyordu. Gazi Ça­vuş, torbalarını sırtlamış dokuz delikanlı ile çıkageldi. Oğlu Ali de delikanlıların arasındaydı. Şube Başkanı Çolak Yüzbaşı eşya toplan­masını durdurdu. Filistin'de dirseğinden yaralandığı için geri hizmete alınmıştı. Sırasında dokuz erin ne kadar işe yaradığını iyi bilirdi. Bek­letmeden gerekli işlemleri başlattı. Sonra da önünde birikmiş evrak yığınına eğildi. Eldeki işleri bitirmesi gerekti. Çünkü birkaç gün sonra da şube yola çıkacaktı. Gazi Çavuş esas duruşta, "Yüzbaşım bir şey sorabilir miyim?" dedi.

"Sor."

"Duydum ki Kemal Paşa eski askerleri de silah altına çağırmış. Doğru mudur?"

"Evet, doğru."

"Paşa'yı Çanakkale'den bilirim. Zorda olmasa çağırmazdı. Biz sı­ramızı savmıştık. On yıl dövüştüm. Çavuş oldum. Üç kere yaralan­dım. Esir düştüm. Geri gelebildim. Demek ki koca Allah beni ordu­nun bu zor günü için esirgemiş. Orduya katılmak için ne yapmalı­yım?"

Yüzbaşı saygıyla başını kaldırdı. Baktı. Zaferin tadını, yenilginin acısını tatmış gerçek bir askerdi bu.

"Otur. Bir çay içelim hele."

Sakarya Savaşı'na Hazırlık 217

Çavuş oturdu:

"Sağ ol."

"Kaç yaşındasın?"

"Otuz iki."

"Yanında bir belge var mı?"

"Kafa kâğıdım bile o kıyamette kaybolup gitti yüzbaşım. Bir ca­nımı kurtarabildim."

Yüzbaşı anlayışla gülümsedi:

"Zarar yok. Evinle helalleştin mi?"

"Evet."

"Tamam. Seni ve çocukları, 1. Gruba yollayacağım. Grup karar­gâhı burada. Bir piyade, bir de süvari tümeni var. Sizi 1. Piyade Tü-meni'ne verirler. Komutanı Abdurrahman Nafiz Bey. Çok disiplinli bir tümendir. Top, tüfek sesi duymamış yeni askerlere senin gibi tec­rübeli çavuşların çok yararı olur."

Posta eri kurutulmuş otlardan yapılma uyduruk çayı getirdi.

FEVZİ PAŞA da, Ankara'da kurmaylarla durumu değerlendiri­yordu. Ordu, düşmanla arayı 200 km. açarak, yeni bir savaşa hazır­lanmak için gereken zamanı kazanmıştı.

Yunan ordusu da yıprandığı için çekilen orduyu izleyemeyip durmuştu. Yürüyüşe geçebilmek için ciddi hazırlık yapması gerekti. Bu süre yirmi gün olarak hesaplanıyordu.

Bu zamanı çok iyi değerlendirmek, vurgun yemiş ordunun silah ve savaşçı asker sayısını çoğaltmak, ikmal örgütünü yeniden düzen­lemek gerekti.

Sakarya doğusuna çekilen orduda ancak 30.000 savaşçı (tüfek­li er) kalmıştı. Gerisi, istihkâm, muhabere, ulaştırma, sağlık, bando, ekmekçi takımı gibi sınıfların ve destek hizmet birimlerinin çoğu si­lahsız erleriydi.

Merkez Ordusu'ndan bir tümen oluşturması ve yollaması isten­mişti. Eğitim merkezlerinde de beş bin kadar asker vardı.

"Kalan açığı yeni askerlerle dolduracağız."

Yüzbaşı Nuri Berköz, "Evet ama Paşam.." dedi, "..bitkin halk ye­nilmiş bir orduya yeniden destek verir mi? Üstelik zaman çok dar, ancak yakın illerden asker toplayabiliriz. Bu kesimin askerlik yaşına

218 Şu Çılgın Türkler / Yunan Büyük Taarruzu

girmiş nüfusu, ihtiyacı karşılar mı? Yeter sayıda asker geldi diyelim, acemileri 10-15 günde eğitip savaşa hazırlamak mümkün müdür? Bu kadar kısa süre içinde acemi bir asker ne öğrenebilir ki?"

Sorun bu kadar değildi elbette.

Mesela bütün telsizler kurtarılmıştı ama çekiliş sırasında çoğu arızalanmıştı. Elde yedek parça yoktu. Mesela tüm süvarilerin elinde sadece yüz on sekiz kılıç vardı.7aBu yüzden süvariler genellikle pi­yade savaşı yapıyor, erler atlı hücuma mızrak diye uçları sivriltilmiş uzun sopalarla kalkıyorlardı. Mesela 75 mm.lik mermi çok azalmış­tı. Oysa topların çoğu bu çaptaydı. Cephe çok acele bu mermilerden istiyordu. Ama yakın depolarda bu çapta mermi yoktu. Karayoluyla doğudaki depolardan getirtmek ise aylar alırdı.

Yüzbaşı Şahap Gürler içi yanarak sordu:

"Topsuz mu savaşacağız?"

Top olmadan ya da az topla savaş kazanmak imkânsızdı. Bir sa­vaşta sonucu kesin olarak top belirliyordu.

Bu çapraşık sorunlar on beş-yirmi gün içinde nasıl çözülecekti?

ERKENCİ MİLLETVEKİLLERİ sabah simidi yiyip çay içmek ve dertleşmek için Merkez Kıraathanesi'ne gelirlerdi. Bugün de cam önündeki masada birkaç milletvekili vardı. Çaylarını içmeyi unut­muş, üzüntü içinde, önlerinden geçip Taşhan'a doğru ilerleyen uzun göç kafilesini izliyorlardı. Meclis görüşmelerinin dışarı sızması üze­rine, özellikle Ankara'ya sonradan yerleşmiş aileler Çankırı, Kırşehir, Kayseri gibi illere gitmeye başlamışlardı. Bu kimbilir kaçıncı kafiley­di. Yaylılar kadın ve çocuk, yük arabaları eşya doluydu. Erkekler ses­sizce arabaların yanında yürüyorlardı.

Samsun Milletvekili Emin Gevecioğlu, "Bu gidişle geldiğimiz yollardan yine Asya'ya döneceğiz galiba" dedi. Bir zaman sustular.

Afyon Milletvekili Mehmet Şükrü Koç homurdandı: "Bu yenilginin hesabını sorumlularından sormayacak mıyız?" Aydın'ın Kuva-yı Milliyeci Milletvekili Esat İleri kızdı: "Yahu vatan ayağımızın altından kayıyor, şimdi kavga etmenin sırası mı? Böyle anlarda kavgaya ara verilir. Arkadaşlar yarın cepheye

Sakarya Savaşı'na Hazırlık 219

gidecekler. Dönüşlerini bekleyelim. Ordu ne durumda, niye yenilmiş, bir öğrenelim. Sonra ne yapacağımıza karar veririz."

GUNARİS, Kütahya'ya, yanma Savaş Bakanı Teotokis'i de alarak gelmişti. General Stratigos'un tavsiyesine uyarak, önce, hiç sevmedi­ği Albay Sariyanis'le gizli bir görüşme yaptı:

"Albay, ayrı görüşlerin insanıyız. Ama bana size güvenilebilece­ği söylendi. Hükümeti aydınlatmanızı istiyorum. Gerçek durum ne? Ne yapmalıyız?"

"Gerçek şu ki Türk ordusu yenilmemiş, geriye atılmıştır. Şimdi ulaştığımız noktada kalır ve beklersek, Türklere yeniden güçlenme­leri için fırsat vermiş oluruz. Savaş katlanamayacağımız kadar çok uzar. Bu kadar geniş bir bölgeyi uzun süre güven altında tutmamız çok zor. Bu sebeple Türk ordusunu pes ettirmek ya da iyice doğuya sürmek, Ankara'daki tesis ve depoları yok etmek, yararlanabileceği bütün kaynaklan kurutmak, Ankara-Eskişehir demiryolunu bir daha kullanılamayacak biçimde bozmak zorundayız. Bunu yaptığımız za­man Türk tehlikesi sona erer."

Teotokis, "Başarabilir miyiz?" diye sordu.

Sariyanis her zamanki edasıyla, "Tabii.." dedi, "..çünkü bu kadar kısa zamanda yeniden toparlanamaz. Türk ordusu daha doğuya çeki­lirse, doğudaki Ermeniler, kuzeydeki Pontüs çeteleri, güneydeki Kürt aşiretleri arasında kalacak. Batıda da biz varız.7bAyrıca Delibaş Meh­met'in yardımıyla Konya'da, Kemalistler'e karşı büyük bir ayaklanma da hazırlıyoruz. Nereye kaçacak? Böyle bir ateş çemberinin içinden hiç kimse sıynlamaz."8

"Peki, askerlerimizin büyük bölümünü ne zaman terhis edebi­liriz?"

Hükümeti sıkıştıran en büyük sorun buydu.

"Bu kesin zaferden hemen sonra. Çünkü karşımızda çekinece­ğimiz ciddi bir kuvvet kalmayacak. Türk ordusundan geriye en fazla, dağlara kaçmış bir avuç subay ve asker kalır."

Gunaris, her şeyin tasarladığı gibi gideceğine güvenen bu kur­maya inandı:

"Savaş Konseyine sunulacak raporu bu anlayışla hazırlamanızı rica ediyorum."

220 Şu Çılgın Türkler / Yunan Büyük Taarruzu

"Albay Pallis'le birlikte rapor taslağını hazırladık bile. Ama imza­laması için General Papulas'ı ikna etmek gerek."

"Onu ben ikna ederim. Ordunun neye ihtiyacı var?"

"Biraz daha kamyona ve giyeceğe."9

İkisi de ayağa kalkıp el sıkıştılar. En fanatik Venizeloscu ile en sa­dık Kralcı, Türk ordusunu yok etmek için anlaştılar.

Batı Anadolu'yu, Trakya'yı ve İstanbul'u Yunanistan'a katarak, Ege denizine bütünüyle egemen olmak, böylece büyük ülküyü (me-gali idea) gerçekleştirmek için Türk ordusunu yok etmekten başka çare yoktu.

M. KEMAL PAŞA Polatlı'dan ayrılmadan önce, Ankara-Kayseri yolu üzerindeki Keskin ilçesinden bir telgraf almıştı. Keskin halkının temsilcileri diyorlardı ki:

"..Bazı milletvekilleri heyecan ve telaş içinde buradan geçerek geriye kaçtılar. Bizler canca ve malca her fedakârlığı yapmaya hazır bulunuyoruz. Bu milletvekillerinin telaşını haklı gösterecek bir tehli­ke varsa, yediden yetmişe cepheye gitmemize izin veriniz."10

İşte güvendiği halk konuşmaya başlamıştı.

Ankara'ya daha iyimser döndü.

Gafiller ile zayıf ruhlulardan arınmış, küçük ama kararlı bir ordu kalmıştı elde. Şimdi bu çekirdek ordunun mayalayacağı güçlü bir ordu oluşturmak gerekiyordu.

Bütün gün ara vermeden çalıştı.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Derneği'nin bütün şube­lerine telgraf çekti, bucak ve köylere dağılarak halka durumu anlat­malarını istedi.

Tabansız yedi milletvekili gerçekten Ankara'dan kaçmıştı. Mec­lis Başkâtibi Recep Peker'e, "Bunlar sonra yüzümüze nasıl bakacaklar acaba?" dedi. Recep Peker güldü:

"Hiç utanmadan bakacaklardır Paşam, utanma duyguları olsa kaçmazlardı."

Fevzi Paşa ile buluştu. Fransızlarla Güney Cephesi'nde bir yarı-mütareke durumu oluşmuş, Güney Cephesi'ndeki İkinci Kolordu'nun bir tümeni (9. Tümen), Yunan ordusunun bir saldırısına karşı Konya yönünü örtmesi için Akşehir'e getirilmişti. Kolordu karargâhı ile ikin-

Sakarya Savaşı'na Hazırlık 221

ci tümeninin de (5. Tümen) Akşehir'e taşınmasını kararlaştırdılar. Bu kolordu, 2. Grup adıyla Batı Cephesi Komutanlığı emrine verildi.

İstanbul'daki gizli örgütlerden, çok acele kaydıyla sicili temiz su­bay, mühimmat, özellikle ve ivedi olarak da 75 mirdik mermi istendi.

Karadeniz limanlarına indirilen Rus yardımı silah ve mermilerin Ankara'ya yollanmasının hızlandırılması emredildi.

Artırabilecek her birlik, bir manga bile olsa, Sakarya'ya yollana­caktı. Akşam Dışişleri Bakanıyla birlikte yeni Sovyet Elçisi Natsare-nus'u kabul ederek, Enver Paşa konusunda Ankara'nın hassasiyetini belirtti.

BAŞBAKAN GUNARİS'in, Bakan Teotokis ve General Strati-gos'la birlikte apansız ziyaretine gelmesi Papulas'ı şaşırtmıştı. Başba-kan'ın çok haşin bir hali vardı. Vakit kaybetmedi:

"Hükümet savaş emrini düşmana boyun eğdirin diye vermişti. Bunu sağlamanız için hiçbir şeyi esirgemedik. Peki, ne oldu General, Türkler boyun eğdi mi?"

Papulas'ın alnından ter fışkırdı, hırıldar gibi, "Hayır" dedi.

"Türkleri elinizden kaçırdınız. Şu halde savaş bitmedi. Yeni hak­lar elde etmek bir yana, Sevr Antlaşması'yla sağlanmış olan çıkarları­mız bile askıda kaldı."

Papulas, "Sayın Başbakan." dedi, "..Anadolu'nun en zengin ve verimli bölgesi elimizde. Bu kadar başarıyla yetinemez miyiz?"n

Gunaris sertleşti:

"Hayır! Çünkü bu geçici bir durum. Sevr Antlaşması'nın yürür­lüğe girmesini sağlamak, böylece durumumuzu yasallaştırmak ve sü­rekli kılmak gerek. Bunun için de Ankara'ya yürümek ve düşmana Sevr'i kabul ettirmek zorundayız."

Papulas kıvranıyordu:

"Ordu görevini fazlasıyla yaptı. Çok yoruldu. Bizim de çok kay­bımız var."

"Zarar yok. Trakya'dan Anadolu'ya yeni bir tümen daha geçiri­yoruz."12

"Orta Anadolu bozkırını geçmek zorunda kalacağız. İkmal çok güçleşecek. Ankara çok uzak.."

"Yeni kamyonlar geliyor."13

222 Şu Çılgın Türkler / Yunan Büyük Taarruzu

"Düşman da hazırlanıyor. Kendi seçtiği yerde savunma yapacak. Çok kayıp verebiliriz."

Stratigos Papulas'ın onuruna seslendi:

"Korkmayın General!"13a

Papulas erimekteydi. Gunaris son vuruşu yaptı:

"Haydi Papulas! Karar ver! Yoksa yarın sabah Kral Hazretlerinin ve tarihin huzurunda, Yunanistan için çok hayati olan bu savaşa karşı çıkan tek insan olarak kalacaksın!"14

Papulas'ın başı önüne düştü. Uzun bir sessizlikten sonra, "Peki." dedi, "..Tanrı beni utandırmasın."

MUHARİP adlı örgüt emri alır almaz işe koyuldu. İlişki kurduk­ları Topçu Dairesi Başkanı Erzurumlu Yarbay Salih Bey dedi ki:

"Depolardan ne isterseniz alın. İsterlerse beni deponun kapısı­na assınlar!"15

Ama bazı başka gizli örgütlerin ya da kaçırdıkları silah ve mü­himmatı Ankara'ya satarak para kazanmak isteyen fırsatçıların ace­mice girişimleri yüzünden İngilizler huylanmış, güvenlik önlemlerini çok sıkılaştırmışlardı. Yakalananları, Kroker Oteli'nin bodrum katına tıkıyor, konuşturmak için adamlara ağır işkence yapıyorlardı.16

Rüşvet ve aldatma yoluyla ancak küçük kaçakçılıklar yapılabil­mekteydi. Büyük kaçakçılık iyice zorlaşmıştı.

Bugünkü Ataköy'ün olduğu yerde bulunan Bakırköy Barut Fab-rikası'nın depolarında 75 mm.lik bol mermi ve daha birçok savaş malzemesi olduğu öğrenildi. Buraya hiç el atılmamıştı.

Ümitlendiler.

Çünkü Bakırköy Fransız işgal bölgesindeydi. Fransızlarla arada zoraki bir dostluk oluşmuştu. Fransızların Yunanlıları sevmedikleri de kesindi. Belki bu depoların boşaltılmasına göz yumabilirlerdi.

Bakırköy Barut Fabrikası'nı soyma işini Muharip örgütünden Yarbay Eyüp Durukan üstlendi. Son durumu öğrenmesi için bir yüz­başıyı görevlendirdi. Yüzbaşı sivil giyinip fabrikada görevli Sanayi Teğmeni Tahir Tuğhan'ı ziyaret etti. Teğmen örgütün güvendiği bir subaydı.

Tahir Tuğhan, "İngilizler mermi sandıklarını ilk günlerin telaşı içinde gelişigüzel yığdırmışlar.." dedi, "..sandıkların üstündeki açıkla-

Sakarya Savaşı'na Hazırlık 723

malar silinmiş. Kayıtlar da dağınık. Aralarına farklı çapta mermi san­dıkları karışmış olabilir. Haberiniz olsun."

"Zarar yok. Mermi mermidir."

Mütareke olunca üretimi durdurulan fabrika Bakırköy'le Yeşil­köy arasındaki gözlerden uzak koyun kıyısında, geniş bir alana yayıl­mıştı. Depolar fabrikanın uzun iskelesine yakındı. Mermilerin ve öte­ki gereçlerin kolayca taşınabileceği anlaşılıyordu.

Şimdi sıra Fransızları razı etmeye gelmişti. Muharip yöneticile­ri Anadolu'ya el altından silah ve mühimmat satmak isteyen bankacı Mösyö Marcel Savoie'yı iyi tanırlardı. Fransız yetkililerinin güvendi­ği bir adamdı. Birçok kez görüşülmüş, fakat Ankara'nın yeterli parası olmadığı için onunla bugüne kadar bir iş yapılamamıştı. Yarbay Eyüp Bey o akşam Mösyö Savoie'yı buldu, ne istediklerini anlattı. Tabii, daha büyük ve kârlı işler için bunun bir deneme ve başlangıç oldu­ğunu sezdirmeyi ihmal etmedi. Fransız para kokusunu bir kilometre uzaktan alırdı. Gözleri parladı:

"Anladım. Bana birkaç gün izin verin."

Durumu, desteklemesi için Fransızlarla sağlam bağlantılar kur­muş olan Hamit Hasancan'a da duyurdular.


Kral,

Genekurmay

Başkanı

General

Dusmanisve

kurmaylarıyla

birlikte

224 Şu Çılgın Türkler / Yunan Büyük Taarruzu

SAVAŞ KONSEYİ, sabah Kral'ın başkanlığında toplandı. Top­lantıya Veliaht Prens Yorgi, Gunaris, Teotokis, Dusmanis, Papulas, Stratigos, Pallis ve Sariyanis katılıyordu. Ordunun raporu Gunaris'in istediği doğrultuda hazırlanmıştı. Pallis, Ankara'ya yürüyüşünün ge­rekçesini açıklayarak hareketin amacını özetledi:

"Türk ordusunu pes ettirmek, çekilirse dağıtıncaya kadar takip etmek, Ankara'daki bütün tesis ve depoları yıkmak, malzemeyi imha etmek, Ankara-Eskişehir demiryolunu bir daha kullanılmayacak şe­kilde bozarak bugünkü hatlarımıza geri dönmek."17

Kral yine hasta görünüyordu. Ölgün bir sesle, "Hazırlık için kaç güne ihtiyaç var?" diye sordu.

Papulas susuyordu. Pallis cevap verdi:

"En fazla yirmi güne."

Kral kuşkuya düşmüştü:

"Düşman bu süre içinde toparlanamaz mı?"

Pallis, "Mümkün değil efendim.." dedi, "..kaçaklar yüzünden çok zayıflamış durumda. Kaynakları yeni bir ordu kurmaya elverişli de­ğil. Askerlerine üniforma bile veremeyecek kadar yoksullar. Bu kısa zaman içinde ne top sayısını artırabilir, ne mühimmat sağlayabilirler. Yeniden askere alacakları gençleri eğitecek kadar zamanlan da olma­yacak. Türk ordusu şu anda bizim bakımımızdan en uygun durumda bulunuyor."

Kral Başbakan'a baktı:

"Hükümetin görüşü?"

"Hükümetim, ordunun bu haklı ve cesur kararını destekliyor, zamanlamayı uygun buluyor, siyasi sorumluluğunu üstleniyor."

"Genelkurmay?"

General Dusmanis, "Biz de harekete karşı değiliz.." dedi, "..ama bu kez M. Kemal'i elimizden kaçırmayalım."

Kral gülümsedi:

"Bir yerde durmalı ki yakalayabilelim."

Yüzler neşeyle aydınlandı. Kral bakışlarını dolaştırarak sordu:

"Karşı görüşte olan var mı?"

Papulas önüne baktı. İstifa etme zamanını kaçırmıştı. Artık or­duyu Ankara'ya götürmek ve zaferle dönmek zorundaydı. Evet, boz-

Sakarya Savaşı'na Hazırlık 225

kın geçmek ve ikmal zincirini kurmak zor olacaktı ama hangi savaş kolaydı ki? İçi yavaş yavaş yeni savaşa ısınıyordu. Ankara fatihi olarak geri dönmenin çekiciliği, kaygılarını bastırmaya başlamıştı.

Kimseden ses çıkmayınca, Kral toplantıyı kapadı:

"Savaş Konseyi ordunun önerisini oybirliği ile kabul etmiştir. Tanrı kararımızı kutsasın ve yardımcımız olsun."18

Hepsi haç çıkardı.

Ertesi gün Eskişehir'e hareket edeceklerdi. .

ON BEŞ KİŞİDEN oluşan Meclis Kurulu Polatlı'ya gelmişti. Cephe Komutanı ile kısaca görüştükten sonra Grupları ziyaret etme­ye başladılar. Başarısız sonuçtan dolayı komutanlara kırgın gibiydiler. Aralarında Yunan kaynaklı söylentilerin etkisinde kalanlar da vardı. Ama daha ilk adımda ordunun yoksulluğu, çıplaklığı hepsi­ni ayılttı. Bugüne kadar nasıl dayanabildiğine şaştılar. Mahmut Esat Bozkurt derin bir şefkat ve saygıyla, "Ordumuz meğerse.." dedi, "..hiç şikâyet etmeden, kefenine sarınmış da öyle dövüşmüş."

Karavana yediler, kalabilecekleri yer olmadığı için gece battani­yeye sarılarak asker yatağında yattılar, yani toprakta.

Sabah kalan birlikleri de görmek için yola düşeceklerdi.

MÖSYÖ MARCEL SAVOIE'nın yüzü gülüyordu. Çetin tartış­malardan ve yorucu pazarlıklardan sonra, Fransızlar mermilerin ka­çırılmasına göz yummaya razı olmuşlardı. Ama İngilizler fark edip olaya el koyarlarsa, izin verdiklerini reddedecek, Türkleri koruma­yacaklardı. Örgüt bu koşulları kabul etti. Pazarlığa geçtiler. Mösyö Savoie sandık başına bir lira istiyordu. Muharip örgütü fiyata itiraz edince, çok şaşırdı:

"İşi üst düzeyde dostça bağlayabildim ama alt katlarda durum değişti. Bazılarına ödeme yapmam gerekiyor. Bana belki birkaç ku­ruş kalacak."18a

Durum Ankara'ya bildirildi.

KURUL bütün gün dolaştı, son olarak da 12. Grup Komutanı Al­bay Halit Bey'i ziyaret etti. Kızgın güneş, susuz ve gölgesiz arazi millet­vekillerini iyice yormuş, ordunun yoksulluğu sinirlerini bozmuştu.


226 Şu Çılgın Türkler / Yunan Büyük Taarruzu

Halit Bey de, o saate kadar, grubunun savunacağı bölgede hazır­lanan savunma mevzileriyle ilgilenmişti. Elde ne dikenli tel vardı, ne kum torbası, ne çimento, ne demir, ne de siperler için kütük. Sadece arazinin doğal imkânları ile taş ve topraktan yararlanılabiliyordu. Ha­lit Bey de yokluğa isyan halindeydi.

Neşesiz bir buluşma oldu.

Konya Milletvekili Vehbi Çelik Hoca, Halit Bey'in babacan gö­rünüşüne kapılarak soru sormaya heveslendi:

"Halit Bey oğlum, bu ne hal? Biz sizi İzmir yollarında görmek is­terken, neden buralara geldiniz? Niye yenildiniz?"

Moraran Halit Bey hışımla yerinden fırladı, "Bana bak Hoca!" diye infilak etti, "..siz buraya halimizi görmeye, bizi teselli etmeye, derdimize çare bulmaya mı geldiniz, yoksa gevezelik edip yaramıza tuz basmaya mı?"

Çıktı gitti.18b

Bu tepkiyi olgunca sineye çektiler. Çünkü bir şeyi çok iyi anla­mışlardı. Subaylar yenilginin lafına bile katlanamıyorlardı. Daha fazla oyalanmaya gerek yoktu. Ertesi sabah Ankara'ya dönerek genel duru­mu Meclis'e arz etmeye karar verdiler.

ANKARA'dan onay gelince, sabaha karşı, bir Fransız gemisi Ba-ruthane'nin uzun iskelesine sessizce yanaştı. Taşıma, yükleme ve sevk işlerini, yine Hüsnü Bey ve teşkilatı üstlenmişti. Üç bine yakın mermi sandığı hızla taşınıp gemiye yüklendi.

Uzaktan bir motor sesi gelse, İngilizlerin devriye motoru sanıp yürekleri ağızlarına geliyordu. Yakalanma korkusuyla işi kısa kestiler. Gerekli malzemeyi almışlardı. Yüklemeyi durdurdular. Ama birçok malzemede gözleri kalmıştı. Hele bazıları ne harikaydı: Pilli el fener­leri, lambalar, küçük gaz ocakları, aydınlatma ve işaret fişekleri, bun­ların tabancaları, ışıldaklar, portatif kürekler, alüminyum mataralar, çelik miğferler, deri eldivenler, harita çantaları vb. Bu güzel oyuncak­lar Alman birliklerinden kalmış olmalıydı.

Yoksul orduyu sevindirmek için bunları ilk fırsatta Marmara yo­luyla İzmit'e yollamaya karar verdiler. Böyle yapmakla denetimden kurtulmuş oluyorlardı. Ne var ki Marmara'da İngiliz devriye motor­larına, Yunan torpidobotlarına yakalanmamak için çok dikkatli hare-

Sakarya Savaşı'na Hazırlık 227

ket etmek gerekmekteydi. Yakalananları konuşturup örgüt yönetici­lerini öğrenmek için ağır işkenceden geçiriyorlardı.

Depolar harıl harıl soyulurken, Fransız nöbetçiler, tabii sus payı karşılığı, Baruthane'nin girişindeki ahşap barakada toplanmış, iskam­bil oynamışlardı. Fabrikanın korkak müdürü de evine yollanmıştı.

Depo kapıları yeniden kilitlendi. Gemi sabah ayrılıp işlemler için Galata açığında demirleyecek, denetim atlatılırsa İnebolu'ya ha­reket edecekti.

Denetimi aşamamak korkusu örgüt yöneticilerinin içini titreti­yordu.

YARBAY SPRIDONOS, yeni bir zafer hevesine kapılan General Papulas'ın baskısı yüzünden görevden kaçamamıştı. Orduya gerek­li her çeşit malı hızla Eskişehir'e yığıp depoluyordu ama kaygıları da artarak sürüyordu.

Türkler vatanlarının derinliğine çekilmiş, Yunan ordusunun ce­hennem yolculuğuna çıkmasını bekliyorlardı. Ordunun, Sakarya do­ğusuna çekilen Türkler hakkında hiçbir ciddi bilgisi yoktu. Kötü ola­sılıkları hiç dikkate almayan hayalci kurmaylar tehlikeyi görmek is­temiyorlardı. Durumu, tahmin ve varsayımlarla değerlendiriyor, biri itiraz edince de kızıyorlardı.

Ne var ki hükümet sözünü tutmuştu. Savaş sırasında hurdaya çıkmış ya da parçalanmış kamyonların yerine yeni ve güçlü kamyon­lar yollamaktaydı. Mudanya'ya son olarak 800 kamyon gelmişti. Eğer Mühendis Binbaşı Vlangalis ve adamları, Eskişehir ile Ankara arasın­daki demiryolu ve köprüleri kısa zamanda onarmayı başarırlarsa ik­mal sorunu belki biraz hafiflerdi.

Sinir içinde sağa sola emir yağdırmayı sürdürdü.18c

GEMİ, Fransız denetçinin ve Türklerin istiklal mücadelesine saygı duyan Fransız gemi komiserinin yardımı ile denetimden geçip yola çıktı.

İnebolu'ya üç bin sandık mermi yollandığı bildirildi.

Yöneticiler yükün Yarbaşı'na taşınması için halkı uyardılar. Ne kadar kağnı ve araba varsa İkiçay'a getirilmesi için de dört bir yana haber saldılar.

İşin ivediliğini biliyorlardı.

228 Şu Çılgın Türkler /\unanBüyük Taarruzu

SABAH Fransız gemisinin İnebolu'ya yanaştığı saatte Fevzi Paşa yeni kurulan Silah Tamirhanesini denetlemeye geldi.

İmalat-ı Harbiye Müdürlüğü Fevzi Paşa'nın emriyle 1920'de ku­rulmuş, iş genişleyince 1921 yılı başında Genel Müdürlük yapılmıştı. Ankara ve çevresindeki küçük baruthaneler, fişek doldurma atölyele­ri, iş ocakları, saraçhaneler, marangozhaneler, silah tamirhaneleri bu Genel Müdürlükçe kurulup yönetiliyordu.


Silah Tamirhanesi

Sakarya Savaşı'na Hazırlık 229


Eskişehir'den gelen imalat-ı harbiyecilere yer olarak istasyon ya­kınında, bugünkü MKE Genel Müdürlüğü'nün bulunduğu yerdeki eski süvari tavlası gösterilmişti. Tavla, büyük, yüksek tavanlı, uzun zamandır kullanılmadığı için harap ve pisti. Koca binayı hızla temiz­leyip onarmış, çeşitli iş makinelerini, aletleri, jeneratörleri taşıyıp yerleştirmiş, tamirhaneyi faaliyete geçirmişlerdi.

Sakatlanmış topları, topçu dürbünlerini, nişangâhları, makineli tüfekleri, tüfekleri, tabancaları harıl harıl onarmaya başlamışlardı bile.

Fevzi Paşa, az konuşup çok iş yapan yöneticilere, subaylara ve ustalara teşekkür edip ayrıldı.19

Oradan, yakındaki Ankara Havaalanı'na geçti. Alan, bugünkü Fen Fakültesi'nin bulunduğu yerde, sıkıştırılmış bir toprak pist ile bir baraka ve uçak tamirhanesi olarak kullanılan büyükçe iki hangardan oluşmaktaydı. Tamirhane araç ve gereçleri Ağustos başında, Polat­lı'dan Ankara'ya alınmıştı.

Havacılarımız

Başmakinist Abdullah Usta ve adamları, uçabileceğini sandıkla­rı dört uçağa can vermek için çalışmaktaydılar. Bunlar da tıpkı ima­lat-ı harbiyeciler gibi cephe gerisi kahramanlarıydı. Farklı model üç uçağı birleştirerek bir avcı uçağı kurgulamayı bile başarmışlardı. Ye­dek parça olmadığı için hurda uçaklardan aldıkları parçalan motorla­ra uydurmaya çalışıyor ya da kullanım süresi çoktan dolmuş parçaları elden geçirip geçirip yeniden kullanıyorlardı.20

230 Şu Çılgın Türkler / Yunan Büyük Taarruzu


Fevzi Paşa, Hava Bölüğü Komutanı Yüzbaşı Fazıl'a "Gecikme­den Malıköy'de havaalanı hazırlat." dedi, "..uçakları bir an önce oraya taşıyın. Çok yakında hava keşfi gerekeceğini sanıyorum."

Havaalanından ayrılıp istasyona geldi. Kurulduğunu duyduğu Lütfiye Mahallesini görmek istiyordu. İstasyon görevlileri, öne düşüp yol gösterdiler. Kör hatlara çekilmiş vagonların aralarından geçerek neşeli çocuk seslerine doğru yürüdüler.

Fevzi Paşa ağzı açık bakakaldı.

İstasyonun bu bölgesi bir panayır gibiydi. Kör hatlara çekilmiş yük vagonlarının içi çarşaflarla evciklere bölünmüş, şilteler serilmiş, vagonların arasına ipler gerilip çamaşırlar asılmıştı. Maltızlarda ye­mekler pişiyor, çocuklar vagonların altında, arasında, üstünde oynu­yorlardı. Bazı kadınlar, kilim serdikleri kara vagonların sahanlıklarına oturmuş, dertleşmekteydiler.

Ankara'ya kaçırılan yüzlerce vagonu gören Bayındırlık Baka­nı Ömer Lütfi Yasan, bunların göçmenlere ayrılmasını isteyince, bu öneri ânında kabul edilmiş, göçmenler de Lütfi Bey'in bu can kurtarı­cı buluşuna saygı olarak buraya Lütfiye Mahallesi adını vermişti.20a

Evlerinden savrulmuş bu insancıklara içi yandı. İngiltere'ye ve onun kiralık katili Yunan ordusuna lanet okudu!

Kurul bugün cepheden dönecek ve Meclis'te ordunun durumu görüşülecekti. Yemeği ayak üstü istasyonda yiyip Meclis'e yollandı.

Eleştirileceği aklından bile geçmiyordu.

BİR GÖREVLİ, açık oturuma ara verildiği için koridora çıkmış olan milletvekillerini uyarıyordu:

"Gizli oturum başlıyor efendim. Lütfen salona buyrun. Kapılar kapatılacak. Lütfen!"

Cepheden dönen milletvekilleri açık oturumda orduyu övmekle yetinmiş, eleştirilerini gizli oturuma saklamışlardı. Son milletvekil­leri de salona girdiler. Mehmet Şükrü Koç, yanındaki arkadaşına, el­lerini ovuşturarak, "Hesap sorma saati geldi" dedi. Kapılar kapandı. Meclis Başkanı M. Kemal Paşa, zile vurdu:

"Oturumu açıyorum."

Gizli oturum başladı. Tarih 2 Ağustos 1921'i gösteriyordu. Dr. Rıza Nur elini kaldırdı.

Sakarya Savaşı'na Hazırlık 231

"Buyrun."

Rıza Nur kürsüye geldi:

"Efendim! Açık oturumda konuşan arkadaşların arz ettikleri gibi cephede bütün birlikleri gezdik. Subay ve erlerle görüştük. Ordu sa­yıca yetersizdir ama elde kalan çekirdek hakikaten mükemmeldir. Sa­vaşa hazırdır. Fakat birçok noksanlık ve aksaklık var. Şimdi onları arz edeceğim. Söylenmeyen derdin devası olmaz.."

Meclis derin bir sessizlik içinde izliyordu. Rıza Nur ordunun yoksulluğunu anlatmaya başladı:

"..Askerin çarığı yok. Çoğunun ayağı çıplak. Süvarinin kılıcı yok. Çadır yok, asker güneş altında yanıyor. Birçok askerin matarası yok. Birliklerde su fıçısı, kırba yok. Asker geri çekilirken çamurlu Porsuk suyundan içmek zorunda kalmış. Askerin yüzde yirmisinin süngü­sü yok. Geri hizmetlerin iyi yapılmadığı anlaşılıyor. Bunlar Milli Sa­vunma Bakanlığı'nın görevleri. Fevzi Paşa Hazretleri'ni yakından ta­nırım. Çok saygım vardır. Cidden yurtsever, çalışkan ve doğru bir in­sandır. Ama kanaatimce bugüne kadar uyumuş, görevini hakkıyla yapmamıştır.."

Fevzi Paşa'nın yüzü soldu.

"..Şu anda üç görevi var. Bakanlar Kurulu'na başkanlık ediyor, Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa cephede olduğu için ona vekâlet ediyor ve Milli Savunma Bakanı! Bu üç önemli görev neden bir kişide toplanmış? Bu ne hırs?"

Fevzi Paşa yanında oturan Adalet Bakanı Refik Şevket İnce'ye, "Bu görevleri ben mi istedim." diye yakındı, "..Meclis verdi."

Rıza Nur Bey'in sesi sertleşiyordu:

"..Bakanlar Kurulu da çok ağır davranmıştır. O da bu konuda idaresizlik göstermiştir.."

Yer yer alkışlar duyuluyordu.

"..Taşıt araçları, gereçler yetersiz. On-on beş gün içinde orduyu Sakarya'da tutunacak hale getiremezsek, felakete sebep oluruz. Dün­yamızı da ahretimizi de kaybederiz. Şimdi düşündüğüm hal tarzını açıklayacağım. İsmet Paşa Hazretleri'ni çok seven ve sayan bir insa­nım. Meziyet ve faziletleri de çok yüksektir. Fakat olağanüstü haller­de olağanüstü önlemler gerekir. Ordunun başına."



i

Personal tools